Bir gezme, tozma ve etkinlik blogusu.

23 Aralık 2010 Perşembe

Panda Roma'da!


31 Aralık 2010 - 9 Ocak 2011 Arası Roma'da başlayacak ve Marsilya'da bitecek bir Roma gezisine çıkıyorum!

Gezeceğimiz yerler arasında Floransa da var (kocaman Di Firenze yazıyordu haritada. AC sevenlere selam olsun!)

Resimde gladyatör ben ce savaşmak zorunda bırakıldığım Cücük kaplanını görüyorsunuz 8D

Heyecanla bekleyin!

16 Aralık 2010 Perşembe

Panda Rose Entelmiş ki! dı Bale Advençır!

Rose parmak ucunda yükselip içeri girmiş;

Geçen hafta Haşimişcan Kültür Merkezi'nde "7 Kadın" adında bir oyuna gittik. Oyunda bizim alt komşumuz İdil klarnet çalıyordu çünkü (Kendisi konservatuarda şimdi. öyle diyeyim). Orda afiş gördük "Anna Karenina" diye, baleymiş, galasına bilet aldık. Bu gece de toparlanıp gittik izlemeye.

Kostümler, dekor, ışık harikaydı. Yanımızda İdil, orkestranın o kadar da iyi çalamadığını söyledi, o söylediyse vardır bir bildiği. Balerin ve baletler arada sırada ritim kaçırdılar, senkronize olamadılar. İlk perde aşırı uzundu. 2. ve 3. perde nispeten daha kısa ve hareketliydi. Dolayısıyla hiç dikkatimi kaybetmeden izleyebildim.

Sonuç olarak izlenebilir bir bale "Anna Karenina". Ben hikayeyi bilmiyordum, öğrenmiş oldum. Verdiği mesaj uyuz biraz =p "Kadınlar bakın, aşık olduğunuz adam için evliliğinizi bozarsanız sonunda intihar edecek kadar acı çekersiniz" temalı. Döneme bakınca anlaşılıyor zaten. Neyse.

Çıkışta yiyecek masaları ve içecek büfesi gördük. Sonra hatırladık ki gala bu! Önce tabaklardan birine, sonra büfeye yapıştık tabi. Biletler hem ucuz hem de alkollü içecek ve atıştırmalık veriyorlar 8D Babamla beraber tüm galalara gitme kararı aldık xD Ama bi dahaki sefere tabağa el koyucam, böylelikle gidip doldurtabilicem! Yaşasın yemek yemek!

Bir de, kocaman salondu bu, arada tuvalete gitmek istedik ama deli kuyruk vardı (klasik). Biz mini çakallar tiyatro kısmına inip oranın tuvaletine gittik rahat rahat. Kimsecikler yoktu, hihihi! 8D
 Bu macera da öyle geçti. Sahnede bir ara K.O.G.'u görür gibi oldum ama... K.O.G.'un balede işi ne? O.o;

14 Aralık 2010 Salı

Hmmm... Hot coffee time...

Rose kahvesini üfleye üfleye içiyormuş;

Bodrum'da Del ile beraber kalırken, her şeyimizi kupalardan içiyorduk. Su, kola, çay, kahve, ne geçerse elimize. Benim çok sevdiğim bir tane vardı. Hiçbir süper özelliği yok, sadece üstünde çok şapşal bir çizim var ve "Hmmm... hot coffee time" yazıyor. Ama niyeyse çok seviyordum o kupayı. Hep onu kullandım. Bir gü kırılırsa üzülürüm, hassas dönemimdeysem oturur ağlarım bile =(

Aşağıdaki çizimde, benim anımsadığım kadarıyla bir çizimini görüyorsunuz kupanın üstündeki şeyin. Del o an çekemeyecek gibiydi kupanın fotoğrafını ben de çizdim.


Ama sonra çektik! Bakalım ne kadar tutturmuşum =D


Eh, azıcık ucundan tutmuş =D

Öyle işte.

Yağmurlu ve soğuk bir kış gecesinde ihtiyacım olan yegane şeyler; dostum, sevgilim, sıcak kahve ve radyoda jazz.


Del kahvesini bitirmiş radyoya parça seçiyormuş;

Hmmm... Hot coffee time. Baby, it's cold outside...

Bir Halloween Macerası!

Del geçmiş 31 Ekim macerası için kolları sıvamış;

Evet, biliyorsunuz ben Sandık Dergi'de yazıp çiziyorum. Zaman zaman da oraya yazacaklarımla buraya yazacaklarım aynı ayarda oluyor ve dolayısıyla dergiye yazdıklarımı aynen buraya koyuyorum. İşte buyurun bir yenisi daha, Sandık Dergi'nin 5. sayısından;


Ya Şeker Ya Şaka!
(Trick o' Treat!)

Genellikle Amerikan filmlerinden bildiğimiz bu replik, sizin de gözünüzün önünde balkabaklarının, ağaçlara atılmış tuvalet kâğıtlarının, kapıları ve camları sıvayan çiğ yumurtaların ve birbirinden farklı, korkunç kostümleriyle kapı kapı dolaşan çocukların belirmesine neden oldu mu? Çoğumuz küçükken o filmlere, kostümlere, şekerlere bakıp iç geçirmiş; "Neden biz de Cadılar Bayramını kutlamıyoruz?" diye hayıflanmışızdır. Nasıl kutlayacaktık zaten? Bir biz biliyorduk ne olduğunu, büyüklerin haberi yoktu!

Ben küçükken, bazen oturur düşünürdüm, bizim Şeker Bayramı'nı Cadılar Bayramına benzetmeye çalışırdım ama pek başarılı olamadım açıkçası. Yaşlı akrabaları ziyarette ve kendinizi yabancı hissettiğiniz bir evde, ıkına sıkıla put gibi oturmak, size ikram edilen şekeri, çikolatayı alsam mı, almasam mı? diye anne-babaya göz ucuyla izin veriyor mu? diye bakmak ve bunun gibi başka durumlar ne yazık ki o filmlerde gördüğümüz kadar zevk vermiyordu. Eh, yıllar geçti biz hayıflandık, sonra büyüdük, sonra bir baktık ki "Halloween" modası çıktı memlekette. İnsanlar kostümler giyip partilere koştu, barlar müşteri çekebilmek için özel programlar falan düzenlemeye başladı. Vakti zamanında İzmir'de doğru hatırlıyorsam bir oyunun bitiminde gitmiştik. Alelacele olduğu için kostüm hazırlayamamıştık. En azından o zamanlar dolabımdakilere bakıp "A-ha!" nidası atmamı sağlayacak süper gücümle (aslından güçlerimden biriyle) henüz tanışmamıştım. Kot pantolon, t-shirt, gömlek gibi sıradan şeyler vardı üzerimde ama yine de ayakkabılarım beni kurtarıyordu. Kırmızı bir çift yıpranmış spor ayakkabıyla dolanıyordum etrafta. Eh, Kansas'da bir çiftlikte işe güce koşturmak kolay mı? Elbette biraz yıprandılar.

Sonraki yıllarda bu Cadılar Bayramı Partileri'ne Bodrum'da olduğum için pek hatta hiç katılamadım. Ta ki, geçen seneye kadar, kuzenlerimden en büyüğü 31 Ekim'de evlenmeye kalkınca bize Ankara yolu, bana da çok sevdiğim arkadaşım Işın ile Cadılar Bayramı'nı geçirme fırsatı doğdu. Vakit az, kostüm yok, para desen o da yok gibi bir şey. Eller kollar sıvandı, dolabın kapakları açıldı, annenin gardırobunun kapakları açıldı. İki oda arasında gelip gidiyorum, annem bana kızıyor; "Vermem hiçbir şey" diyor. Onu kurcala, bunu şuna uydur, et derken üç adet Steampunk kostümü hazırladım. Derhal fotoğraflar çekildi, arkadaşlara yollandı ve oy çokluğuyla "Steampunk Aviator" kostümü, o sene ki partiye gitmeye hak kazandı.

Ankara'ya gitme vakti gelene kadar, ben saatçiden aldığım çarklardan broş, babamın bulduğu deriler ve kaynakçı gözlüğüyle de, baba-kız güçlerimizi birleştirince şahane bir "air googles" yaptık. Amma velâkin sanırım ben onu İstanbul'da iş-güç-eğitim tarzı mevzulardan kaldığım bir dönemde kaybettim. Zira yanımda getirdiğim hiçbir koliden, valizden çıkmadı. Umarım onu bulabilirim, ilklere daha iyi sahip çıkılmalı!

Gelelim partimize, parti pek iyi sayılmazdı ama benim kostümle ve günlerce planlayarak gittiğim ilk "Cadılar Bayramı"ydı ve elbette özeldi. Sevgili fıstığım Işın, kendi favori çizgi roman karakterine bürünmüş, siyahlar ve kırmızılar içinde bir Harley Quinn olarak yanımda duruyordu. Onun, o halini görünce Ivy olmayı çok istedim ama eldeki malzemeyle bu biraz zordu. İlerleyen saatlerde çok başarılı bir Pippi kostümü gördüm, çocukluğuma dönüp, geri gelirken Astrid Lindgren'e saygı duydum. Kostümün sahibesi de Pippi olduğunun anlaşılmasına pek sevinmişti. Onun dışında Zombie hatunlar, korsanlar, bir adet Gambit... Başka da kimsenin kostümü hatırlamıyorum ama cadılar, melekler, şeytanlar falan vardı ortalıkta gezinen. O partiden sonra ben İstanbul'a geçtim ve Mart'a kadar orada kaldım. Bir ara CNBC-e ve Adidas'ın düzenlediği "Star Wars Force Gatherin Party" kendimi Star Wars RP'si için yarattığım karakterim Cara'ya dönüşmek için bana bir fırsat vermiş oldu. Fan yapımı bir mevzu olsa da, "Shadow Jedi" olayı benim fazlasıyla kafama yatmıştı ve Cara'da elbette bir Shadow Jedi idi ama bu Star Wars raconuna pek fazla girmeyeceğim. Zira konuyla tek alakası benim kendime ciddi ciddi "Geek" gözüyle bakmama sebep olan şey, yani kostüm ve ıvır zıvır kullanarak yaptığımız Lightsaber (bakınız aşağıdaki fotoğraf);

Kafanın gereğinden fazla çalışması + Star Wars'a o fazla çalışan kafayı takmış olmak
+ çer çöp ve kırtasiyelik ıvır zıvır + ortaokuldan kalma fizik, liseden kalma devre kurma falan fişmekan bilgisi
+ iyi bir arkadaş
=
Bir önceki yazımda Barbaros'a sürüklediğim Özgür beyefendisi de yardım etti,
kendisine tekrar teşekkürler.

O gece, Rose adındaki cici bir arkadaşım sayesinde bir Jedi Master ile tanıştım, hatta Padawan örgülerimizi kesip bizi Jedi Knight yaptı. Kendisi tapınaktan vakit buldukça Pijama diye bir grupta Can adıyla gitar çalıyor, şarkı söylüyor, zıplıyor.
Tamam, Star Wars konusunu kapatıyorum, konu daha fazla dağılmadan Ankara'daki partiden sonra kutladığım ilk Cadılar Bayramı'na dönüyorum. Aradan geçen aylarda, bu Ekim ayının üçüncü haftasında ortaya çıkacak süper gücüm kuluçka dönemine yatmıştı. Bodrum'a geri dönmüş ve iş bulmuştum. Bazı nedenlerden ötürü bir süre buralarda olmam gerekiyordu. Daha önceden arkadaşlık ve ablalık ettiğim kızlarımı ve başka çocuklarla vakit geçirmeyi özlemiştim. Bende; "Yine kendime küçük bir grup bulayım, onları sinemaya falan götüreyim", diye düşünürken kendi kendime dedim ki; "Neden bunu Cadılar Bayramı'nda yapmayayım?" "Neden kostüm giymesinler?" "Şeker de yiyebilirler veya çikolata, ya da abur cubur." "Sinema-Öğle Yemeği-Lunapark, kulağa çok hoş gelmiyor mu?" "Bunlara hediyeler de hazırlarım ben!" "Ne yapsam acaba?"

İşte bu son soru, kuluçkaya yatmış süper gücümün rengârenk radyoaktif bir ışıkla parlamasına neden oldu. Sonra da, tuvalet kâğıtlarının bitmiş ruloları, korsanların hazine sandıklarına; gazoz kapakları, Cadılar Bayramı Paraları'na döndü. Aşağıda annem kapakların içini doldurmuş, ben dışlarını boyuyorum, babam da içeride diğer setlerin kesimiyle uğraşıyor. Ailece seferber olduk.

Dikkatli bakarsanız tuvalet kâğıdından sandıkları, Kedi ve Hortlak parasını, hatta vampirlerden sakınmak için yanımıza aldığımız sarımsağı bile görebilirsiniz.

Peçetelerden hortlak yaptım ama o sayılmaz, o zaten olan bir şeydi. Balkabağı isimlikler; içi şekerleme, çikolata, yumuşak şekerler ve türlü sürprizlerle dolu çantalar, vampirlere karşı iliştirilmiş sarımsaklar (Vampirsavar Seri No. 31.112.010). Hepsi de koltukta yerlerini almış, gitme vaktinin gelmesini bekliyorlar.

Hediye paketlerimiz! Hortlaklardan biri sarımsakla muhabbete bile girmiş!

O pazar sabahının erken saatlerinde bizim evi bir telaş aldı. Gelecek kızlardan birinin kostümü yoktu ve ben koca bir haftayı ona nasıl bir kostüm bulacağımı düşünerek geçirmiştim. Dolabımı kurcalamaya başladım, derken böyle Nepal-Hindistan işi, o taraflardan gelmiş ya da geldiğini iddia eden bir bluz buldum. Bana dar geldiği için giyemiyordum. "Bundan elbise olur mu acaba?" diye düşünürken, ortaokuldayken giydiğim bir pantolonun kemer gibi bağlanan püsküllü deri bir cebi vardı, çanta gibi, onu buldum oradan gözlerim takılarıma ilişti ve artık gelecek olan küçük kızın ne olacağını bulmuştum, Kızılderili! Bu sırada Gülümser, yani küçük Kızılderilimiz, eve gelen ilk çocuk olma şerefine erişti. Kendisi çoğunluk gibi bir ortaokul öğrencisiydi, ben onu giydirirken babam hemen gidip ev sahibinin kümesinden tavukların ve tavukgillerin düşürdüğü tüyleri toplayıp geldi. Beline deri püsküllü cebimsi çantayı, boynuna tüylü bir kolyeyi kafasına da örgü bir kravatı bağlayıp, onun düğüm yerlerine ve kızın iki yana örülmüş örgülerine, kahveli beyazlı tüyleri takıştırınca oldukça şirin hafif soluk benizli bir Kızılderili elde etmiş olduk. Tek kusurumun heyecandan kızın yüzünü boyamayı unutmuş olmam olduğunu sanıyorum.

Dolaplarını kurcaladığım ve kurcalayamadığım bize yakın oturan ilk grup yavaş yavaş eve doluşurken öğrendik ki, Gülümser'in bir ablası varmış 12-13 yaşlarında. O da gelmeyi çok istemiş ama anneleri bu eğlencenin sadece küçükler için olduğunu sanınca o evde kalmış. Olur mu öyle şey? Hemen gidildi, Asuman evinden alınıp bize getirildi. Başladım kızı gözlerimle ölçüp biçmeye, bir yandan da giyinmeye çalışıyorum. Birkaç eski elbise denettim kıza, olmadı hiçbiri, küçük geldi. Fikirlerim tükenme aşamasında derken annem, "Cadı olsun?" dedi ve dolapta siyah ne var ne yok hepsi etrafa saçıldı. Siret Bey'e (kendileri babam olur) hemen görev verildi, "tez vakitte kalan siyah kartonlarla bir cadı şapkası hazırlayınız..!" Mezuralarla baş ölçüsü alındı, renkli çoraplar arandı, pelerinler, cüppeler diye dört dönerken bir de Cadımız oldu. Evdeki diğer küçük misafirlerimiz ise iki sene arayla aynı gün biri sabah, diğeri akşam iki de doğmuş, iki kardeşti. Hilal ve ağabeyi Can'ın kostümlerini onların dolaplarını kurcalayarak beraber hazırlamıştık. Hilal'in folklor kıyafetini devşirip, bir silahşöre benzetmiştik, bize gelince de beline tahta bir kılıç bağladık. Can ise kovboy olacaktı ama bize geldiğinde kostümünün aksesuarları yoktu, vazgeçmişti kostüm giymekten. Oysa ben ona daha Şerif Yıldızı yapacaktım. Olan biten her şey onlar içindi ve hepsi nasıl istiyorlarsa öyle gelmekte özgürdüler ve ısrar etmedik sonuç olarak (sonradan Can'ın insan kostümü giydiği iddia edildi).

Baktık hazırız, paketlerimiz de hazır hemen arabaya doluştuk, gittik diğer çocuklarla buluştuk. Son dakika pürüzleri nedeniyle biraz geç kalınca, bazı ufaklıklar mızmızlanmışlardı ama sanıyorum bunu iyi bir şekilde telafi ettik. Oturduğumuz yerde herkese paketlerini dağıttık, sonra yemek söyledik ki, karınları doysun çok şeker yemesinler, çürümesin dişleri ağrımasın karınları.

"Hmm… ne var orada öyle?"


Şeker! Çikolata! Oyuncak! Daha çok sürpriz!

Tüm bu abur cubur ve yemek merasiminden sonra, çocuklardan ikisi, iki genç kız yani Cadı ve Vampir bir korku filmine gitmek istediler biz de onları yolladık. Ben de geriye kalanları 3D bir animasyona götürdüm. Caretta Sam'in Maceraları ve beyaz perdenin büyüsüyle saat geç olma yolunda ilerledi, ilerledi ve bir bir evlere dönüş vakti geldi, bugün de böyle bitti. Biz de gördük ki olay Halloween, Samhain ya da Cadılar Bayramı'nda değil; olay hepsinin bir araya gelip eğlenebileceği, kostüm ve çeşitli hediyelerle yaratıcıklarını geliştirmeleri. Hepsi gelecek sene kutlanacak Cadılar Bayramı'nı dört gözle bekliyor şimdi ve kostümlerini bu sefer kendileri hazırlamak için can atıyorlar.

Başka bir konu, ben 23 Nisan'ı kutlamak zorunda bırakıldığım yıllar boyunca 23 Nisan'dan nefret ettim çünkü bizler "23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı"nı kutlamıyorduk. Bizler güneşin altında ayakta dikilmek suretiyle göremediğimiz gösterileri izliyormuş numarası yapıyor ya da "Beden eğitiminden kalırsınız o zaman!" diyen okul yönetimi için garip danslar ve saçma giysilerle provalar yapmaya zorlanıyorduk. Küçükken 23 Nisan'a "Çocuk Katliam Bayramı" derdik elbette çocukken "katliam" sözcüğünün ne kadar ağır bir sözcük olduğunun farkında değildik ama yine de bu o gösterilere gitmek zorunda kalmaktan, o uygun adım marşlardan, öğretmenlerimizin bağırıp çağırmalarından ne kadar hoşlandığımıza tercüman oluyordu. Eğer Atamızın bize verdiği bayramı "Çocuk" olarak kutlayabilseydik sanırım o günün anlam ve önemini daha iyi kavrardık. En azından ben kendi adıma, kavrardım.

Eh, hal böyleyken, biz de bayramlar seyranlar böyle kutlanırken, "elin gâvurunun bayramı"nın bu kadar çekici gelmesi oldukça doğal.


Hmm… Umarım dişleri hâlâ sağlamdır.

10 Aralık 2010 Cuma

Sitimpank Broş Advençırı!

Rose bol bol gülmüş;

Geçen gün kahvemi içip resim karalarken Del'e telefon ettim. Kendisinden photoshop için Brush istedim ve aşağıdaki konuşma gelişti.


Meğer benim, kendisine yaptığı dişlilerden oluşma Steampunk Broş'u istediğimi samış, gitmiş takı kutusunu deşmiş bulmuş, kargolayacakmış! Artık kapıya gelen kargo elemanına bön bön bakardım. Sora paketi açar WTF geçirirdim xDDD

Ama bir tek bu değil, o gün ne kadar konu konuştuysak hepsinde bir "Ne dedin? Yoğurt mu? Hindi mi yemişler? Dudağından mı öpmüş?!" havası vardı. Bir türlü anlaşamadık ve bol bol güldük.

Bu da böyle bir şey işte 8D

Del;

XD

7 Aralık 2010 Salı

Kataklizm! Bir Hayalkırıklığı Advençırı ve D&R'ın Yüz Karalığı!

Rose önce hayal kırıklığı sonra büyük bir sevinç ve eğlence ile yazmış, şikayet etmiş!

Bugün saat 00.00'dan itibaren WoW: Cataclysm pek çok yerde satışa sunuldu. İstanbul'daki pek çok arkadaş da CE'lerine kavuşmuş, mutlu mutlu resim ve screenshot paylaşıyorlardı. Sinir olup erkenden uyudum dün. (Erkenden kastım da 1 miydi neydi).

Sabah erken kalkıp çıktı vırt zırt işlerimi halledip alışveriş merkezine dayandım. Antalya burası, CE gelirse az gelir, ilk girip almalıyım diye bekliyorum açılsın diye alışveriş merkezi. Sonra insanlar geldi bir sürü daha, bir kaçının suratından ve muhabbetinden belliydi WoW almaya geldikleri. Alışveriş merkezi açılır açılmaz 4 kişi D&R'a koşmaya başladık. Koştuk, merdivenleri çıktık, öbür uca koştuk ve kapıdan içeri paldır küldür girip oyun reyonuna gittik.

Cataclysm yoktu.

Sorduğumuzda daha gelmediğini, muhtemelen akşama doğru geleceğini söylediler. CE içinse, gelip gelmeyeceği belli bile değildi. (etiler ve kanyon'da -10 idi Ce sayısı, çok eğlendim görünce!!) Telefon numaramı bıraktım, Starbucks'a yollandım.

Migros'daki Starbucks'ın orayla sorumlu çalışanı (bilemedim ne deniyor... müdür falan? ama servis ve kahve de yapıyor ama diğerlerinden daha üst, o belli) ile bayağı bir muhabbetimiz var. "Nereye gittin koşa koşa, girişte gördüm seni, bak sen geleceksin diye yeni makineleri kurduk!" diye takıldı bana. Kahvemi aldım, bir şeyler çiziktirdim. Sonra bana French Press ile kahve yapmayı öğretti, beraber French Press'de yapılmış Kenya karışım kahve içip limonlu cheesecake yedik (o insanlarla arkadaş olmanın en tatlı kısımlarından biri, sıcak sohbetler ve ikram kahve/kekler).

Günün özeti, Antalya D&R belki de D&R'ların yüz karası.

Ve de Starbucks FTW!


Bu da Sad Panda. Bunun Stickerını yapmayı planlıyorum xD

Hep K.O.G.'un yüzünden!! T.T

Fakat şöyle bir şey var ki, Can dostum Gabe ile konuştum. Bana İngiltere'den getireceğini söyledi. Ayın 11'i gibi onun eline ulaşacak ve şanslı isem, yılbaşı armağanım olacak Cata CE =) Planların suya düştü Emo Maskot kuzum!

1 Aralık 2010 Çarşamba

Siz hiç...

...ev yapımı Lightsaber gördünüz mü?

Kafanın gereğinden fazla çalışması + Star Wars'a o fazla çalışan kafayı takmış olmak
+ çer çöp ve kırtasiyelik ıvır zıvır + ortaokuldan kalma fizik, liseden kalma devre kurma falan fişmekan bilgisi
+ 2 saat
+ iyi bir arkadaş
=
Kendisi bu yıl 20 Şubat'da düzenlenen STAR WARS FORCE GATHERING PARTY için yapılmıştır. Belki iyi bir takipçi olursanız o partiyle ilgili başka güzellikler de paylaşabiliriz.