Bir gezme, tozma ve etkinlik blogusu.

23 Aralık 2010 Perşembe

Panda Roma'da!


31 Aralık 2010 - 9 Ocak 2011 Arası Roma'da başlayacak ve Marsilya'da bitecek bir Roma gezisine çıkıyorum!

Gezeceğimiz yerler arasında Floransa da var (kocaman Di Firenze yazıyordu haritada. AC sevenlere selam olsun!)

Resimde gladyatör ben ce savaşmak zorunda bırakıldığım Cücük kaplanını görüyorsunuz 8D

Heyecanla bekleyin!

16 Aralık 2010 Perşembe

Panda Rose Entelmiş ki! dı Bale Advençır!

Rose parmak ucunda yükselip içeri girmiş;

Geçen hafta Haşimişcan Kültür Merkezi'nde "7 Kadın" adında bir oyuna gittik. Oyunda bizim alt komşumuz İdil klarnet çalıyordu çünkü (Kendisi konservatuarda şimdi. öyle diyeyim). Orda afiş gördük "Anna Karenina" diye, baleymiş, galasına bilet aldık. Bu gece de toparlanıp gittik izlemeye.

Kostümler, dekor, ışık harikaydı. Yanımızda İdil, orkestranın o kadar da iyi çalamadığını söyledi, o söylediyse vardır bir bildiği. Balerin ve baletler arada sırada ritim kaçırdılar, senkronize olamadılar. İlk perde aşırı uzundu. 2. ve 3. perde nispeten daha kısa ve hareketliydi. Dolayısıyla hiç dikkatimi kaybetmeden izleyebildim.

Sonuç olarak izlenebilir bir bale "Anna Karenina". Ben hikayeyi bilmiyordum, öğrenmiş oldum. Verdiği mesaj uyuz biraz =p "Kadınlar bakın, aşık olduğunuz adam için evliliğinizi bozarsanız sonunda intihar edecek kadar acı çekersiniz" temalı. Döneme bakınca anlaşılıyor zaten. Neyse.

Çıkışta yiyecek masaları ve içecek büfesi gördük. Sonra hatırladık ki gala bu! Önce tabaklardan birine, sonra büfeye yapıştık tabi. Biletler hem ucuz hem de alkollü içecek ve atıştırmalık veriyorlar 8D Babamla beraber tüm galalara gitme kararı aldık xD Ama bi dahaki sefere tabağa el koyucam, böylelikle gidip doldurtabilicem! Yaşasın yemek yemek!

Bir de, kocaman salondu bu, arada tuvalete gitmek istedik ama deli kuyruk vardı (klasik). Biz mini çakallar tiyatro kısmına inip oranın tuvaletine gittik rahat rahat. Kimsecikler yoktu, hihihi! 8D
 Bu macera da öyle geçti. Sahnede bir ara K.O.G.'u görür gibi oldum ama... K.O.G.'un balede işi ne? O.o;

14 Aralık 2010 Salı

Hmmm... Hot coffee time...

Rose kahvesini üfleye üfleye içiyormuş;

Bodrum'da Del ile beraber kalırken, her şeyimizi kupalardan içiyorduk. Su, kola, çay, kahve, ne geçerse elimize. Benim çok sevdiğim bir tane vardı. Hiçbir süper özelliği yok, sadece üstünde çok şapşal bir çizim var ve "Hmmm... hot coffee time" yazıyor. Ama niyeyse çok seviyordum o kupayı. Hep onu kullandım. Bir gü kırılırsa üzülürüm, hassas dönemimdeysem oturur ağlarım bile =(

Aşağıdaki çizimde, benim anımsadığım kadarıyla bir çizimini görüyorsunuz kupanın üstündeki şeyin. Del o an çekemeyecek gibiydi kupanın fotoğrafını ben de çizdim.


Ama sonra çektik! Bakalım ne kadar tutturmuşum =D


Eh, azıcık ucundan tutmuş =D

Öyle işte.

Yağmurlu ve soğuk bir kış gecesinde ihtiyacım olan yegane şeyler; dostum, sevgilim, sıcak kahve ve radyoda jazz.


Del kahvesini bitirmiş radyoya parça seçiyormuş;

Hmmm... Hot coffee time. Baby, it's cold outside...

Bir Halloween Macerası!

Del geçmiş 31 Ekim macerası için kolları sıvamış;

Evet, biliyorsunuz ben Sandık Dergi'de yazıp çiziyorum. Zaman zaman da oraya yazacaklarımla buraya yazacaklarım aynı ayarda oluyor ve dolayısıyla dergiye yazdıklarımı aynen buraya koyuyorum. İşte buyurun bir yenisi daha, Sandık Dergi'nin 5. sayısından;


Ya Şeker Ya Şaka!
(Trick o' Treat!)

Genellikle Amerikan filmlerinden bildiğimiz bu replik, sizin de gözünüzün önünde balkabaklarının, ağaçlara atılmış tuvalet kâğıtlarının, kapıları ve camları sıvayan çiğ yumurtaların ve birbirinden farklı, korkunç kostümleriyle kapı kapı dolaşan çocukların belirmesine neden oldu mu? Çoğumuz küçükken o filmlere, kostümlere, şekerlere bakıp iç geçirmiş; "Neden biz de Cadılar Bayramını kutlamıyoruz?" diye hayıflanmışızdır. Nasıl kutlayacaktık zaten? Bir biz biliyorduk ne olduğunu, büyüklerin haberi yoktu!

Ben küçükken, bazen oturur düşünürdüm, bizim Şeker Bayramı'nı Cadılar Bayramına benzetmeye çalışırdım ama pek başarılı olamadım açıkçası. Yaşlı akrabaları ziyarette ve kendinizi yabancı hissettiğiniz bir evde, ıkına sıkıla put gibi oturmak, size ikram edilen şekeri, çikolatayı alsam mı, almasam mı? diye anne-babaya göz ucuyla izin veriyor mu? diye bakmak ve bunun gibi başka durumlar ne yazık ki o filmlerde gördüğümüz kadar zevk vermiyordu. Eh, yıllar geçti biz hayıflandık, sonra büyüdük, sonra bir baktık ki "Halloween" modası çıktı memlekette. İnsanlar kostümler giyip partilere koştu, barlar müşteri çekebilmek için özel programlar falan düzenlemeye başladı. Vakti zamanında İzmir'de doğru hatırlıyorsam bir oyunun bitiminde gitmiştik. Alelacele olduğu için kostüm hazırlayamamıştık. En azından o zamanlar dolabımdakilere bakıp "A-ha!" nidası atmamı sağlayacak süper gücümle (aslından güçlerimden biriyle) henüz tanışmamıştım. Kot pantolon, t-shirt, gömlek gibi sıradan şeyler vardı üzerimde ama yine de ayakkabılarım beni kurtarıyordu. Kırmızı bir çift yıpranmış spor ayakkabıyla dolanıyordum etrafta. Eh, Kansas'da bir çiftlikte işe güce koşturmak kolay mı? Elbette biraz yıprandılar.

Sonraki yıllarda bu Cadılar Bayramı Partileri'ne Bodrum'da olduğum için pek hatta hiç katılamadım. Ta ki, geçen seneye kadar, kuzenlerimden en büyüğü 31 Ekim'de evlenmeye kalkınca bize Ankara yolu, bana da çok sevdiğim arkadaşım Işın ile Cadılar Bayramı'nı geçirme fırsatı doğdu. Vakit az, kostüm yok, para desen o da yok gibi bir şey. Eller kollar sıvandı, dolabın kapakları açıldı, annenin gardırobunun kapakları açıldı. İki oda arasında gelip gidiyorum, annem bana kızıyor; "Vermem hiçbir şey" diyor. Onu kurcala, bunu şuna uydur, et derken üç adet Steampunk kostümü hazırladım. Derhal fotoğraflar çekildi, arkadaşlara yollandı ve oy çokluğuyla "Steampunk Aviator" kostümü, o sene ki partiye gitmeye hak kazandı.

Ankara'ya gitme vakti gelene kadar, ben saatçiden aldığım çarklardan broş, babamın bulduğu deriler ve kaynakçı gözlüğüyle de, baba-kız güçlerimizi birleştirince şahane bir "air googles" yaptık. Amma velâkin sanırım ben onu İstanbul'da iş-güç-eğitim tarzı mevzulardan kaldığım bir dönemde kaybettim. Zira yanımda getirdiğim hiçbir koliden, valizden çıkmadı. Umarım onu bulabilirim, ilklere daha iyi sahip çıkılmalı!

Gelelim partimize, parti pek iyi sayılmazdı ama benim kostümle ve günlerce planlayarak gittiğim ilk "Cadılar Bayramı"ydı ve elbette özeldi. Sevgili fıstığım Işın, kendi favori çizgi roman karakterine bürünmüş, siyahlar ve kırmızılar içinde bir Harley Quinn olarak yanımda duruyordu. Onun, o halini görünce Ivy olmayı çok istedim ama eldeki malzemeyle bu biraz zordu. İlerleyen saatlerde çok başarılı bir Pippi kostümü gördüm, çocukluğuma dönüp, geri gelirken Astrid Lindgren'e saygı duydum. Kostümün sahibesi de Pippi olduğunun anlaşılmasına pek sevinmişti. Onun dışında Zombie hatunlar, korsanlar, bir adet Gambit... Başka da kimsenin kostümü hatırlamıyorum ama cadılar, melekler, şeytanlar falan vardı ortalıkta gezinen. O partiden sonra ben İstanbul'a geçtim ve Mart'a kadar orada kaldım. Bir ara CNBC-e ve Adidas'ın düzenlediği "Star Wars Force Gatherin Party" kendimi Star Wars RP'si için yarattığım karakterim Cara'ya dönüşmek için bana bir fırsat vermiş oldu. Fan yapımı bir mevzu olsa da, "Shadow Jedi" olayı benim fazlasıyla kafama yatmıştı ve Cara'da elbette bir Shadow Jedi idi ama bu Star Wars raconuna pek fazla girmeyeceğim. Zira konuyla tek alakası benim kendime ciddi ciddi "Geek" gözüyle bakmama sebep olan şey, yani kostüm ve ıvır zıvır kullanarak yaptığımız Lightsaber (bakınız aşağıdaki fotoğraf);

Kafanın gereğinden fazla çalışması + Star Wars'a o fazla çalışan kafayı takmış olmak
+ çer çöp ve kırtasiyelik ıvır zıvır + ortaokuldan kalma fizik, liseden kalma devre kurma falan fişmekan bilgisi
+ iyi bir arkadaş
=
Bir önceki yazımda Barbaros'a sürüklediğim Özgür beyefendisi de yardım etti,
kendisine tekrar teşekkürler.

O gece, Rose adındaki cici bir arkadaşım sayesinde bir Jedi Master ile tanıştım, hatta Padawan örgülerimizi kesip bizi Jedi Knight yaptı. Kendisi tapınaktan vakit buldukça Pijama diye bir grupta Can adıyla gitar çalıyor, şarkı söylüyor, zıplıyor.
Tamam, Star Wars konusunu kapatıyorum, konu daha fazla dağılmadan Ankara'daki partiden sonra kutladığım ilk Cadılar Bayramı'na dönüyorum. Aradan geçen aylarda, bu Ekim ayının üçüncü haftasında ortaya çıkacak süper gücüm kuluçka dönemine yatmıştı. Bodrum'a geri dönmüş ve iş bulmuştum. Bazı nedenlerden ötürü bir süre buralarda olmam gerekiyordu. Daha önceden arkadaşlık ve ablalık ettiğim kızlarımı ve başka çocuklarla vakit geçirmeyi özlemiştim. Bende; "Yine kendime küçük bir grup bulayım, onları sinemaya falan götüreyim", diye düşünürken kendi kendime dedim ki; "Neden bunu Cadılar Bayramı'nda yapmayayım?" "Neden kostüm giymesinler?" "Şeker de yiyebilirler veya çikolata, ya da abur cubur." "Sinema-Öğle Yemeği-Lunapark, kulağa çok hoş gelmiyor mu?" "Bunlara hediyeler de hazırlarım ben!" "Ne yapsam acaba?"

İşte bu son soru, kuluçkaya yatmış süper gücümün rengârenk radyoaktif bir ışıkla parlamasına neden oldu. Sonra da, tuvalet kâğıtlarının bitmiş ruloları, korsanların hazine sandıklarına; gazoz kapakları, Cadılar Bayramı Paraları'na döndü. Aşağıda annem kapakların içini doldurmuş, ben dışlarını boyuyorum, babam da içeride diğer setlerin kesimiyle uğraşıyor. Ailece seferber olduk.

Dikkatli bakarsanız tuvalet kâğıdından sandıkları, Kedi ve Hortlak parasını, hatta vampirlerden sakınmak için yanımıza aldığımız sarımsağı bile görebilirsiniz.

Peçetelerden hortlak yaptım ama o sayılmaz, o zaten olan bir şeydi. Balkabağı isimlikler; içi şekerleme, çikolata, yumuşak şekerler ve türlü sürprizlerle dolu çantalar, vampirlere karşı iliştirilmiş sarımsaklar (Vampirsavar Seri No. 31.112.010). Hepsi de koltukta yerlerini almış, gitme vaktinin gelmesini bekliyorlar.

Hediye paketlerimiz! Hortlaklardan biri sarımsakla muhabbete bile girmiş!

O pazar sabahının erken saatlerinde bizim evi bir telaş aldı. Gelecek kızlardan birinin kostümü yoktu ve ben koca bir haftayı ona nasıl bir kostüm bulacağımı düşünerek geçirmiştim. Dolabımı kurcalamaya başladım, derken böyle Nepal-Hindistan işi, o taraflardan gelmiş ya da geldiğini iddia eden bir bluz buldum. Bana dar geldiği için giyemiyordum. "Bundan elbise olur mu acaba?" diye düşünürken, ortaokuldayken giydiğim bir pantolonun kemer gibi bağlanan püsküllü deri bir cebi vardı, çanta gibi, onu buldum oradan gözlerim takılarıma ilişti ve artık gelecek olan küçük kızın ne olacağını bulmuştum, Kızılderili! Bu sırada Gülümser, yani küçük Kızılderilimiz, eve gelen ilk çocuk olma şerefine erişti. Kendisi çoğunluk gibi bir ortaokul öğrencisiydi, ben onu giydirirken babam hemen gidip ev sahibinin kümesinden tavukların ve tavukgillerin düşürdüğü tüyleri toplayıp geldi. Beline deri püsküllü cebimsi çantayı, boynuna tüylü bir kolyeyi kafasına da örgü bir kravatı bağlayıp, onun düğüm yerlerine ve kızın iki yana örülmüş örgülerine, kahveli beyazlı tüyleri takıştırınca oldukça şirin hafif soluk benizli bir Kızılderili elde etmiş olduk. Tek kusurumun heyecandan kızın yüzünü boyamayı unutmuş olmam olduğunu sanıyorum.

Dolaplarını kurcaladığım ve kurcalayamadığım bize yakın oturan ilk grup yavaş yavaş eve doluşurken öğrendik ki, Gülümser'in bir ablası varmış 12-13 yaşlarında. O da gelmeyi çok istemiş ama anneleri bu eğlencenin sadece küçükler için olduğunu sanınca o evde kalmış. Olur mu öyle şey? Hemen gidildi, Asuman evinden alınıp bize getirildi. Başladım kızı gözlerimle ölçüp biçmeye, bir yandan da giyinmeye çalışıyorum. Birkaç eski elbise denettim kıza, olmadı hiçbiri, küçük geldi. Fikirlerim tükenme aşamasında derken annem, "Cadı olsun?" dedi ve dolapta siyah ne var ne yok hepsi etrafa saçıldı. Siret Bey'e (kendileri babam olur) hemen görev verildi, "tez vakitte kalan siyah kartonlarla bir cadı şapkası hazırlayınız..!" Mezuralarla baş ölçüsü alındı, renkli çoraplar arandı, pelerinler, cüppeler diye dört dönerken bir de Cadımız oldu. Evdeki diğer küçük misafirlerimiz ise iki sene arayla aynı gün biri sabah, diğeri akşam iki de doğmuş, iki kardeşti. Hilal ve ağabeyi Can'ın kostümlerini onların dolaplarını kurcalayarak beraber hazırlamıştık. Hilal'in folklor kıyafetini devşirip, bir silahşöre benzetmiştik, bize gelince de beline tahta bir kılıç bağladık. Can ise kovboy olacaktı ama bize geldiğinde kostümünün aksesuarları yoktu, vazgeçmişti kostüm giymekten. Oysa ben ona daha Şerif Yıldızı yapacaktım. Olan biten her şey onlar içindi ve hepsi nasıl istiyorlarsa öyle gelmekte özgürdüler ve ısrar etmedik sonuç olarak (sonradan Can'ın insan kostümü giydiği iddia edildi).

Baktık hazırız, paketlerimiz de hazır hemen arabaya doluştuk, gittik diğer çocuklarla buluştuk. Son dakika pürüzleri nedeniyle biraz geç kalınca, bazı ufaklıklar mızmızlanmışlardı ama sanıyorum bunu iyi bir şekilde telafi ettik. Oturduğumuz yerde herkese paketlerini dağıttık, sonra yemek söyledik ki, karınları doysun çok şeker yemesinler, çürümesin dişleri ağrımasın karınları.

"Hmm… ne var orada öyle?"


Şeker! Çikolata! Oyuncak! Daha çok sürpriz!

Tüm bu abur cubur ve yemek merasiminden sonra, çocuklardan ikisi, iki genç kız yani Cadı ve Vampir bir korku filmine gitmek istediler biz de onları yolladık. Ben de geriye kalanları 3D bir animasyona götürdüm. Caretta Sam'in Maceraları ve beyaz perdenin büyüsüyle saat geç olma yolunda ilerledi, ilerledi ve bir bir evlere dönüş vakti geldi, bugün de böyle bitti. Biz de gördük ki olay Halloween, Samhain ya da Cadılar Bayramı'nda değil; olay hepsinin bir araya gelip eğlenebileceği, kostüm ve çeşitli hediyelerle yaratıcıklarını geliştirmeleri. Hepsi gelecek sene kutlanacak Cadılar Bayramı'nı dört gözle bekliyor şimdi ve kostümlerini bu sefer kendileri hazırlamak için can atıyorlar.

Başka bir konu, ben 23 Nisan'ı kutlamak zorunda bırakıldığım yıllar boyunca 23 Nisan'dan nefret ettim çünkü bizler "23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı"nı kutlamıyorduk. Bizler güneşin altında ayakta dikilmek suretiyle göremediğimiz gösterileri izliyormuş numarası yapıyor ya da "Beden eğitiminden kalırsınız o zaman!" diyen okul yönetimi için garip danslar ve saçma giysilerle provalar yapmaya zorlanıyorduk. Küçükken 23 Nisan'a "Çocuk Katliam Bayramı" derdik elbette çocukken "katliam" sözcüğünün ne kadar ağır bir sözcük olduğunun farkında değildik ama yine de bu o gösterilere gitmek zorunda kalmaktan, o uygun adım marşlardan, öğretmenlerimizin bağırıp çağırmalarından ne kadar hoşlandığımıza tercüman oluyordu. Eğer Atamızın bize verdiği bayramı "Çocuk" olarak kutlayabilseydik sanırım o günün anlam ve önemini daha iyi kavrardık. En azından ben kendi adıma, kavrardım.

Eh, hal böyleyken, biz de bayramlar seyranlar böyle kutlanırken, "elin gâvurunun bayramı"nın bu kadar çekici gelmesi oldukça doğal.


Hmm… Umarım dişleri hâlâ sağlamdır.

10 Aralık 2010 Cuma

Sitimpank Broş Advençırı!

Rose bol bol gülmüş;

Geçen gün kahvemi içip resim karalarken Del'e telefon ettim. Kendisinden photoshop için Brush istedim ve aşağıdaki konuşma gelişti.


Meğer benim, kendisine yaptığı dişlilerden oluşma Steampunk Broş'u istediğimi samış, gitmiş takı kutusunu deşmiş bulmuş, kargolayacakmış! Artık kapıya gelen kargo elemanına bön bön bakardım. Sora paketi açar WTF geçirirdim xDDD

Ama bir tek bu değil, o gün ne kadar konu konuştuysak hepsinde bir "Ne dedin? Yoğurt mu? Hindi mi yemişler? Dudağından mı öpmüş?!" havası vardı. Bir türlü anlaşamadık ve bol bol güldük.

Bu da böyle bir şey işte 8D

Del;

XD

7 Aralık 2010 Salı

Kataklizm! Bir Hayalkırıklığı Advençırı ve D&R'ın Yüz Karalığı!

Rose önce hayal kırıklığı sonra büyük bir sevinç ve eğlence ile yazmış, şikayet etmiş!

Bugün saat 00.00'dan itibaren WoW: Cataclysm pek çok yerde satışa sunuldu. İstanbul'daki pek çok arkadaş da CE'lerine kavuşmuş, mutlu mutlu resim ve screenshot paylaşıyorlardı. Sinir olup erkenden uyudum dün. (Erkenden kastım da 1 miydi neydi).

Sabah erken kalkıp çıktı vırt zırt işlerimi halledip alışveriş merkezine dayandım. Antalya burası, CE gelirse az gelir, ilk girip almalıyım diye bekliyorum açılsın diye alışveriş merkezi. Sonra insanlar geldi bir sürü daha, bir kaçının suratından ve muhabbetinden belliydi WoW almaya geldikleri. Alışveriş merkezi açılır açılmaz 4 kişi D&R'a koşmaya başladık. Koştuk, merdivenleri çıktık, öbür uca koştuk ve kapıdan içeri paldır küldür girip oyun reyonuna gittik.

Cataclysm yoktu.

Sorduğumuzda daha gelmediğini, muhtemelen akşama doğru geleceğini söylediler. CE içinse, gelip gelmeyeceği belli bile değildi. (etiler ve kanyon'da -10 idi Ce sayısı, çok eğlendim görünce!!) Telefon numaramı bıraktım, Starbucks'a yollandım.

Migros'daki Starbucks'ın orayla sorumlu çalışanı (bilemedim ne deniyor... müdür falan? ama servis ve kahve de yapıyor ama diğerlerinden daha üst, o belli) ile bayağı bir muhabbetimiz var. "Nereye gittin koşa koşa, girişte gördüm seni, bak sen geleceksin diye yeni makineleri kurduk!" diye takıldı bana. Kahvemi aldım, bir şeyler çiziktirdim. Sonra bana French Press ile kahve yapmayı öğretti, beraber French Press'de yapılmış Kenya karışım kahve içip limonlu cheesecake yedik (o insanlarla arkadaş olmanın en tatlı kısımlarından biri, sıcak sohbetler ve ikram kahve/kekler).

Günün özeti, Antalya D&R belki de D&R'ların yüz karası.

Ve de Starbucks FTW!


Bu da Sad Panda. Bunun Stickerını yapmayı planlıyorum xD

Hep K.O.G.'un yüzünden!! T.T

Fakat şöyle bir şey var ki, Can dostum Gabe ile konuştum. Bana İngiltere'den getireceğini söyledi. Ayın 11'i gibi onun eline ulaşacak ve şanslı isem, yılbaşı armağanım olacak Cata CE =) Planların suya düştü Emo Maskot kuzum!

1 Aralık 2010 Çarşamba

Siz hiç...

...ev yapımı Lightsaber gördünüz mü?

Kafanın gereğinden fazla çalışması + Star Wars'a o fazla çalışan kafayı takmış olmak
+ çer çöp ve kırtasiyelik ıvır zıvır + ortaokuldan kalma fizik, liseden kalma devre kurma falan fişmekan bilgisi
+ 2 saat
+ iyi bir arkadaş
=
Kendisi bu yıl 20 Şubat'da düzenlenen STAR WARS FORCE GATHERING PARTY için yapılmıştır. Belki iyi bir takipçi olursanız o partiyle ilgili başka güzellikler de paylaşabiliriz.

27 Kasım 2010 Cumartesi

İPTAL

Beni iptal ettiler o_O fabrikaya geri yollayacaklar.
(Fotoğraf, babamın muhteşem fotoğraf becerileri yüzünden muhteşem ötesi çıkmıştır, evet.)

25 Kasım 2010 Perşembe

Mim mevzusu...

Del sırtına yapışmış kâğıt parçasından kurtulmaya çalışır;

Şimdi aslında konu bu blog ile tamamen alakasız... ama benim "bugün şunu yaptım" ya da "bugün böyle düşündüm" ve ya "bugün bunları gördüm" gibi şeyler yazdığım bir blogum yok, size de "siz böyle şeyler yazıyorsunuz, kakasınız" demiyorum ama takıntılıyım işte. Tüm bloglarım birer projeye aitler.

Üstümde kalmasın diye yazım dedim, şu "garip alışkanlıklar" şeysi için Roj hanım tarafından mimlenmişim. Niyeyse burası uygun olabilir gibi geldi... gerçi Roj sonra "ne alaka?" diyebilir de bilmiyorum lan. Başka bi' yer gelmedi aklıma yazacak ya da burayı çok sevdim çıkasım gelmiyor.

Garip alışkanlıklarım... hmm... hadi millete sorayım bakalım ne diyecekler. Zira düşündüm de alışkanlıklarım bana garip gelemez, onlar beni ben yapan şeylerden, e başkalarının da akıllarını okuyamayacağıma göre, onlara (sizlere) sormak en iyisi. Evet, evet.

Söyleyin bakayım neymiş benim garip alışkanlıklarım?

22 Kasım 2010 Pazartesi

Pis tembel umursamazlar sizi!

Del kızmış;

Biz kalkalım Blog Paraları hazırlayalım, tasarımlar yapalım, onları güzel güzel çizip basıp birleştirip boyayalım, paketleyelim. Portabıl Cisız da kalksın gelsin bloga yerini alsın, şu adreste yer alan yarışmaya konu olsun, sizler bir tanecik cevap yazmaktan kaçının.

Çok kırıldım çok kızdım, yok size bir daha böyle özel özel bir şeyler.

Sadece ve sadece Lorean'a bir set hazırlayıp yollamaya karar verdim. Hem ilgi gösterdiği hem de destek verdiği için. Teşekkür ediyoruz kendisine, ayrıca paketinde bir-iki tane de sürpriz yer alabilir. Fırsatını bulur bulmaz setini hazır edeceğim Lorean bey! Adresinizi tez vakitte mailime yazınız, hani benim sürprizlerim diye de dürtüklemekten çekinmeyiniz.

Geri kalan herkes de çürük yumurtalı küflü kurtlu elma yesin, hıh!

Rose Üzülmüş;

O kadar heyecan yapmıştım ben ne güzel olacak demiştim ilgi gösteren olmadı pis hayırsızlar!

Loreancan, Del'in sürprizleri çok güzel olur, benim Halloween Çantası Sürprizi post'umu yolladığımda göreceksin zaten <3 Del Hanımı seviniz efenim. 

<3



Lay lay lom Gadgetkopter! (?!)*

Del sonunda bilgisayar ve neti bir arada bulmuş gelmiş;

İşim gücüm var benim, artık çalışan bir insanım o yüzden gezip tozamıyorum, gezip tozunca da yazıp çizemiyorum ama bir sürü şey birikti elimin altında. Hem gezip gördüğüm, katıldığım festivaller, izlediğim şeyler hem de K.O.G. maceraları. Hepsini en yakın zamanda atacağım buraya. Yalnız tarihleri eski olacaktır büyük ihtimal, o yüzden diğer mesajların arasından falan fırlarlar.

Neyse, şimdi ben daha önce Rose'un mesajlarında gördüğünüz şu "coin" denen arkadaşlar ve benzeri el yapımı ıvır kıvırlar için Etsy'ye üye oldum. Böyle şeyleri satabilir miyim ona bakacağız. Orada açacağım tükkanım içinde bir tabela (banner) yaptım. Aslında birkaç tane yaptım, seçmekte zorlanıyorum o yüzden sizlere havale edip bu sorumluluktan kaçayım dedim.

Buyurun yarışmacılarımız;

Red Lips ~ Box of Delusions

Ooo Rainbow ~ Delusion Maker's Odds and Ends

Cherry #1 ~ Delusion Maker's Odds and Ends

Cherry #2 ~ Delusion Maker's Odds and Ends

Cherry #3 ~ Delusion Maker's Odds and Ends

"Delüzyon İmalatçısı'nın Ivızr Zıvır Kutusu" gibi bir şeyler demek istedim, aklıma bunlar geldi tükkan adı olarak. Çizimler, fontlar ve tükkan adlarıyla kafanızda bir kombinasyon kurabilirseniz onları da dener koyarız. Ayrıca tükkan adı önerilerine de açığım.

Öyle bir şeyler işte.

*Dilime feci dolandı bu, bu aralardan ondan şey ettim. Bi' de dün bebeklik arkadaşımı gördüm, o da "spider pig"i doladı ağzıma... spider pig, spider pig... does whatever a spider pig does, can he swing from a web, no he can't, he's a pig, look ooouuut(!) he is a spider pig...!

Panda Rose Berlin'e gitmiş Gelmiş!


Berlin'i gezdim gördüm geldim!

Yazıları fotoğraf ve çizim desteği ile burada olacak şu iki haftalık süre içerisinde <3 Takip etmeye devam!

12 Kasım 2010 Cuma

Bir Blog Yarışması Advençırı!! Portabıl Cizıs! Kaçırmayın!

Blogun sol tarafına bakanlar, blogumuza çok kutsal birinin teşrif ettiğini görecekler!

PORTABIL CİZIS!

Photobucket

Ve tabi ki biz de bunu kutlamak amaçlı, Süprüs hediyeli bir yarışma hazırlamaya karar verdik.Tek yapmanız gereken yarışmamızı (varsa) blogunuzda tanıtmak, blogumuzu izlemeye almak ve yarışma sorusunun cevabını buraya yazmak! Doğru bilene şu aşağıda gördüğünüz, DelusionMaker'ın elinden çıkma, süper ötesi Blog Coinleri hediyemiz!

(Not: Fotoğraflardan kesmeyi unuttuğum ve bi daha çekmeye üşendiğim için orda bulunan Evelyn Evenlyn Coinleri hariç tabiy.)

YARIŞMA SORUSU!: Portabıl Jesus Kimdir/Nedir?
a) Yeni Bir Din
b) Saç Tokası
c) Reklamcı
d) Terlik
e) Baş aşağı durarak yeni doğacak kardeşlerinin yumurtasını sıcak tutmaya çalışan iki civciv
f) Doğru Cevap
g) Diğer (eğer bilemeyin diye aslında doğru cevabı buraya yazmadığımızı ve böylece kendimizi bir şeyler yapmak kargolamak zahmetinden kurtarmayı düşündüğümüzü sanıyorsanız ve bunu iddia ediyorsanız yorumunuzda Portabıl Cisız'ın sizce aslında ne olduğunu belitiriniz)

Son Katılım Tarihi: 21 Kasım!

Del'in tepkisi bitmemektedir xD

Bıkmadan usanmadan Del hala ve hala;

LAAAAN RESMEN NICK FURY LAN BUUUU!!! NASI YA NASI YAAAAA!!!

( Fotoğrafı gördükten sonra 2 gün süreyle her 10dk'da bir bunu dedi Del. -Rose ) 
( Post editlemekten cıvığım çıkıyor T.T - Rose )

OHMYHOLLYGEEKISHGODDESOFSPAGETTIOFMOSNTRREWHATTAFAKDUDEWHATTHAFUCK!!!CANUIMAGINEITMYBEILLIDANANTOTHERREALTOOMAYBETHEYTOOOOMHOLYJPORTABLEJESUSCHRIST!!!
hollyportablejesuschrist 

11 Kasım 2010 Perşembe

Migros AVM Atatürk Fotoğraf sergisi ve Nick Fury

Bugün Migros AVM'deydim. Yarın İstanbul'a oradan Berlin'e uçacağımız için, kendime kazak ve pantolon bakıyordum. Kahvemi içip biraz dergi baktıktan sonra, bodrum katındaki 300 fotoğraflık Atatürk sergisini gezdim.

7-14 Kasım arasında olan bu sergi hala devam etmekte! İlgilenenlere duyurulur. Çok güzel şeyler var.

Bu ise gizlice çektiğim fotoğraf. Hoşuma gitti çok. Böyle James Bond filminden alınma gibi.

Ata'mız çok karizmatik bir adammış. Dün sabahki programlarda ve haberlerde uzun uzun izleyip, sesini dinledim. O ne dediyse tam tersini yapmışız. Afferim bize, çok akıllıyız.

[Atatürk'ün yanındaki adam Nick Fury'ye benzemiyor mu? (Marvel karakteri olan hani, Shield'ın kurucusu).]

Del korkuyla bakakalmış

wat da fak?!!! NICK FURY?!!! ATATURK!!! WAT DA FAK!!!
Lan nassı yani?!!!
This man is real! Imagine! Wolvy and Gambit must be real too! OMFFG!!

5 dk sonra;

Ohmyfuckin'
holygeekishjustimagineitimagineit!theymustberealsomewheremaybeillidantooohmyholyspagettimonsterre!

Bir kaç 5 dk sonra daha;

Shit.
Ow... shit.
Brainfuck.
Brainfuckfield!

10 Kasım 2010 Çarşamba

K.O.G. Her Yerde Ep.2 ve K.O.G. Ayıraçları

K.O.G. HER YERDE!!!!







( Bir dahaki sefere kitapçılardan kitap aldığınızda, K.O.G. ayıracı çıkabilir içinden, ısrarla arayınız! Her biri birbirinden farklı olup, tamamen el yapımıdır! )

9 Kasım 2010 Salı

Optimist Büfe

Geçen gün tamamen şans eseri gördüğümüz bu büfenin sahibini, isim seçiminden dolayı tebrik edip elini öpesimiz geldi.

5 Kasım 2010 Cuma

Viyana'da Steampunk!

Steam-punk is not dead!

Viyana'da steampunkçı abi ve ablanın, para kazanmak için yaptıkları mini şovları =) Önlerindeki bardağa para atınca video ve fotoğraf çekmeniz için canlanıyorlar. Viyana'da Stefansdome'u içine alan büyük aks sırasında onlarca sokak sanatçısı görebilirsiniz. Alet çalan, şarkı söyleyen, hokkabazlık yapan, hareket eden heykel gösterileri yapan, çılgın kostümler giymiş kişiler...

Ciciydi.

Blog Paraları! Yippu!

Rose kıkırdamış;

Dayanamayıp bunun fotoğrafını çektim.
Bizim, blogumuzun ve çok sevgili K.O.G. 'umuzun gazoz kapağı paraları!
:3

( Dayanamayıp "ÖRNEKTİR" yazasım geldi üstlerine. Ama bilemedim, link yazdım ben de. )

Ve Bugün Kapı Çalmış! Yarınki Advençır Gelmiş!

Rose çığlık çığlığa yeni kapadığı sokak kapısının ordan koşarak odasına gelmiş;

Az önce kargo geldi! Del bana içinde kendi hazırladığı milyor mini sürprizin bulunduğu Abney PArk çantamı yollamış! Yarın güneş varken o milyor sürprizi tek tek çekip buraya koccaman bir post hazırlayacağım! Gördüğünüzde bayılıp kıskanacaksınız ve "Hani bize!" diyeceksiniz! Hatta belki yeterince isterseniz, bir gün siz de sahip olabilirsiniz!

Bu aralar eli boş olan ben, burayı olabildiğince aktif tutmaya çalışıyorum, şu 3-4 gün içerisinde yazı, WTF fotosu ve daha fazla K.O.G. bekleyebilirsiniz!


(Bunu siz sırf görün kıskanın, merak edin diye çektim. Webcamle. Kalitesi kötü o yüzden. Hohohoho! -Rose )

2 Kasım 2010 Salı

Rose'un Ev Hali

Rose odasından bildirmiş;

İşlerin biriktiğini farkeden Rozicik, masanın arkasından onu süzen K.O.G.'a aldırmadan düşen mavi koyunlu kupasına kahve doldurup iş yapmaya başlamış...

(Ben çizdim bunu iki dakikada. O kadar soğuk ki odam! Şalım ve Kahvem en güzel dost bana)

18 Ekim 2010 Pazartesi

Bir Bale Macerası

Del'in Sandık Dergi'nin 4. sayısı için klavyeden tuşladığı (?!) 8. Bodrum Bale Festivali ve (çoğunlukla) Barbaros hakkındaki yazısı;
Zeynep ODABAŞI'na tekrar en içten teşekkürlerimle.


Yıllar evvel küçük bir kızken gittiğim yuvanın beni en çok baştan çıkaran özelliği bizlere bale dersi veriyor olmalarıydı. Öyle ki tek başıma yatırıldığım zorunlu öğle uykularını bile bale için görmezden gelebilirdim. Ufacıktım tefeciktim, kafamda minnacık bir topuz ve ayağımda pisipisilerle topuklarımı kafama değdiriyordum. Yaş 4 olsa gerek, en büyük hayalim balerin olmak artık. Başka hiçbir amacım olamaz, bayılıyorum, hastasıyım bu sanatın.

Elbette öyle tırişkadan değildi tüm o dersler, danslar; gösteri yapacak, sahneye çıkacaktık. Olmadı. Bazı nedenlerden ötürü benim bir süre yuvadan ayrı kalmam gerekti. Geri döndüğümde herkesin dilinde sadece nasıl sahneye çıktıkları, nasıl dans ettikleri, kostümleri, heyecanları, mutlulukları vardı. Bana ise sadece onları dinlemek kalmıştı.

Sonra ilkokula başlandı, derken sınıf atlandı, yaş oldu 6-7, ben hâlâ balerin olma sevdasındayım. Sabah akşam, Ayşegül Bale Yapıyor'a bakıp bakıp çalışıyorum kendimce. Üçüncü sınıfa geçerken kendimi Bodrum'da buldum. Artık burada yaşayacakmışız. Nasıl yani? Öyle. Ama...

Bodrum'a ilk bale okulu kurulduğunda ben 13 yaşındaydım, memleketin havasından suyundan benim soluk tenliliğim ve sıskalığım yerini pembiş toparlak bir şeye bırakmıştı. Yani iş işten geçmişti artık, ben de içimde oturmuş hayalimin kırık parçalarıyla kalakalmıştım. Sonra büyüdüm, ortaokul lise derken baleden olabildiğince uzak durdum çünkü arada bir denk gelirsem, ufacık bir şeyde bile sinirlerim bozuluyor ve ağlıyordum (aslında şu an bile gözlerim dolmuyor değil). Sonra bir gün denk geldi babam beni (nerde olduğunu hatırla yaz) Red Giselle'e götürdü, ne muhteşem bir gösteriydi o öyle. Ben yine kendimi tutamayıp ağladım. Posterini alıp dolabıma asmıştım, gel zaman git zaman darken zavallı posterin kenarları maket bıçaklarının ağır tacizlerine maruz kaldı. Bir şeylerden öç almak istediğim barizdi de keşke bu o poster olmasaydı. Dokusu hâlâ parmaklarımın ucunda… kokusu da.

Öğretmenimin küçük kızı baleye başladı, onun gösterisine gittik, Del Hatun yine salya sümük oldu. Bilmem neye gittik, gözler yine iki çeşme. Bale izlemek, bale hakkında konuşmak artık bir işkenceye dönüştü. Korkunçtu, biri "bale" deyince korkuyordum artık.

Babam Barbaros'a gitmek için çağırdı. Çok istiyordum gidecektim tam masamdan kalkmaya yeltendin ki korktum. Sonra aklımdan bir sürü şey geçti. Bunların bazıları saçmaladığım, bazıları bu kadar zayıf karakterli olmadığım ve bazıları da kendimi böylesi muhteşem ve keyif verici etkinliklerden mahrum bırakacak kadar aptal olup olmadığımla alakalı idi. Birkaçı da bana pis bir tembelden başka bir şey olmadığımı bağırıp çağırdı.

O gece Barbaros'a gidemedim. Sonrasındaki birkaç gösteriye daha ama cesaretimi toplayıp Bodrum 8. Bale Festivali'ne (aslında ortasına) doğru attım adımımı en sonunda. Othello'yu izledim. Klasik bale değildi, farklıydı ve "modern" bile denemeyecek kadar bambaşkaydı. Othello'yu sadece kitaplardan ve filmlerden bilen biri olarak gelecek her sahnenin, her dansın diğerine nasıl bağlanacağını konuyu nasıl anlatacaklarını merakla ve her adımlarını zevkle izleyerek seyrettim. Gecenin sonunda izlemeye o kadar kaptırmıştım ki kendimi, ağlayıp ağlamadığımı hatırlamıyorum bile ama sanırım ağlamadım. İki gün sonra aynı sahnede Zorba the Greek vardı. Yunanlı yazar Nikos Kazancakis'in 1946'da ilk kez yayımlanan romanından uyarlamaydı. Ayrıca bu kitabın müzikal ve sinema uyarlamaları da bulunuyormuş. Zorba'yı canlandıran Irek Mukhamedov; Rudolf Nureyev ve Mikhail Baryshnikov gibi balenin ve dansın güçlü erkek isimlerinden biri. Mukhamedov'u gördüm, Nureyev için pek şansım yok ama umarım bir gün Baryshnikov'u görme şansım olur.

Devam edelim, Zorba the Greek bale ile Sirtaki'nin harmanlandığı bir gösteriydi. Temposu pek de düşük değildi anlayacağınız. Hikâye aşk, toplum dışlaması, ölüm ve yeniden hayata bağlanma gibi konuları işliyordu. Son perde de bittiğinde hepimiz alkışlamaya başladık, ayağa kalktık devam ediyoruz. Onlarda bir bir sahneye çıkıl selamlıyorlar, sonra ufak bir bakışma kaş göz işareti oldu sanki sahnenin esas adamları arasında ve birden kendimizi bis izlerken bulduk. Tüm salon tempo tutup alkışlarken ikinci bis geldi, üçüncü, dördüncü derken biz alkışlamaktan tempo tutmaktan yorulduk onlar Sirtaki'den bisden yorulmadı. Basamaklardan inerken babama İstanbul'a gideceğim" dedim. Bale bir yana, korsanlarla ilgili sağı solu kurcalayıp okumaktan, izlemekten hoşnutken Barbaros'u kaçırmış olmak… büyük kabahat. Bunun üzerine babam beni Zeynep Odabaşı ile tanıştırdı o da bana İstanbul gösterimi için bilet ayarlama sözü verdi. Eve doğru yol alırken gözlerim dolmuştu yine ama derinlerde bir yerde küçük bir kızın kahkahaları kulaklarımda çınlıyordu.


İstanbul'a gelindi, günlerden Cumartesi oldu. Bir koluma Demlik'i bir koluma Özgür'ü taktım. Taksim'de hiç bilmediğimiz bir otobüse binip bilinmeze doğru yol aldık. Ne sağımızı görüyoruz ne solumuzu, neredeyiz hiç bilmiyoruz. Sonra şoför amca sağ olsun bizi bir durak ileride bıraktı, böyle bir grup indi otobüsten hep beraber yürümeye başlandı. Orası mı şurası mı burası mı derken Haliç Kültür Merkezi bulundu ve gösteriyi izlemek için koltuklara yerleşildi.

Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa'nın hayatını ve Akdeniz'de 16. yüzyıl Türk Akıncılığını anlatan, bale ve çağdaş dans ile harmanlamakla kalmamış sanatın birçok dalından kendine pay çıkarmış buram buram deniz, sanat ve tarih kokan bir gösteriydi bu birazdan izleyeceğimiz. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ile İstanbul 2010 Avrupa Başkenti Ajansı tarafından hazırlanmış ortak bir projeydi. Üstelik Barbaros'u sahneye koyan ekip Bodrum'daki Bale Festival Komitesinde de yer alıyorlardı. İzleyiciler için olan oturma alanının sağlaştırma çalışmalarına dâhil olan babamdan şaşkınlıkla duyduğuma göre balerinlerden ve baletlerden "ben başrolüm, baletim, balerinim, hıh" nidası duyulmaksızın birçok ayak işine koşturup festivalin eksiksiz gerçekleşmesi için canla başla çalışmışlar. Hatta kendileriyle tanışma şansını yakaladığımda sağa sola koşturmaya devam ediyorlardı. Tabii benim de -babam gibi- onların sahneye çıkan ekip olduğunu algılamam vakit aldı.

Haliç Kültür Merkezi'ne dönecek olursak, heyecanla beklemekteyiz. Kitapçığı yalayıp yutma aşamasındayken etraf karardı. Önce sesler girdi, müzik, sonra sahne hareketlendi. Reisler bir birlerini selamladı dans ederek, bir birleriyle dans ettiler. Rüzgârlar esti, korsan oldular, düşmanları peydah oldu, esir düştü Reisler. Derken kaya kızı geldi, denizkızları geldi ve günbatımından çalınmış kızıl saçlarını savurup balık ağlarından işlenmiş giysileriyle Hızır Reis'i (Barbaros Hayrettin Paşa, Arkın Zirek), Oruç Reis'i (Ejder Keskin) ve kardeşlerini, dostlarını kurtardılar. Analar, aşklar, evlilikler yaşandı. Andrea Dorya (Hakan Odabaşı) attı adımını sahneye ve savaşlar koptu, ölümler bir birini izledi, zaferler kazanıldı. Yakamozlar, yosunlar, yunuslar, kayalar, kum; dansçıların parmak uçlarında, kıvrımlarında hayat buldular.

Tüm salon deniz koktu, kum koktu; saçlarımız denizin dalgalarıyla ıslandı, ayak bileklerimizde kumdan hal hallar kaldı, rüzgâr esip hafifçe üşütürken sahnede dans eden her beden yaz güneşi gibi sıcacık uzandı üzerimize, bizi bizden aldı, hayran bıraktı, unutulmaz bir gece yaşattı.

Barbaros sadece öyküsüyle ve çağdaş koreografisiyle değil, aynı zamanda kostüm ve sahne tasarımlarından, yönetmenliğini Mercan Dede'nin yaptığı müziklerine, deniz kenarında ve İstanbul'un bağrında çekilmiş kamera görüntülerindeki kurguyla da dinleyerek izlenmeyi fazlasıyla hak eden, iz bırakan bir yapımdı.


Not: K.O.G.'u da gördüm festivalde! Fırsat bulunca çizeceğim >.<

15 Ekim 2010 Cuma

K.O.G. Sandık Dergi'de!


Bir birinden başka maceralara koşan K.O.G. çok yakında Sandık Dergi'de,
Dergi Halkı ve Okuyucularının başlarına musallat olma yolunda!

9 Ekim 2010 Cumartesi

Bir Gugıl Arama Advençırı! - Wiccan Emo Turkey.

Rose korkuyla bakakalmış;

Hani tamamen 31 Ekim yayını için şarkı aranırken yaptığım geyik bir aramaydı... Böyle bir sonuç çıkacağını bilseydim cesaret bile etmezdim!! OMG WTF!!!


Del ne diyeceğini bilememiş;

wtfuckshutupmyhollygeekish?!!?!


4 Ekim 2010 Pazartesi

Dı Advençırs of K.O.G. - 2 ve 3



Rose bir şeyler demiş;
Dedim ya K.O.G. beni yurtdışı macerasında da rahat bırakmadı diye? Budapeşte ve Viyana'da karşıma çıkmaya çalışıp beceremeyen K.O.G.'a sevgilerimi iletiyorum buradan =)

(Sziget'e gelemeyen K.O.G. dışarıdan bize bağırırken. Betty benim ablam bu arada <3>- Rose)

(Viyana'da Karlskirsche'deyken birileri bir şey bağırdı ama... Omg KUTSAL K.O.G.!! - Rose)

( Bunları hep ben çizdim ki. - Rose )